Tam 16 yıl önce bugün tarihler 21 Mart 2007’yi gösterirken ilk kez tek başıma arabayla yola çıkmaya karar vermiştim.İlk hedefim sıcak denizlere inmekti 🙂
Avusturya’ya yeni taşınmıştım ve dilini bile bilmediğim ülkede tek başıma ev tutup yalnız yaşamaya başlayınca göçmenliğin aslında ne olduğunu, ve belki de Türkiye’deki hayatımın ne kadar rahat olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Her Türk Genci Gibi bir Yolunu Bulup Ülkeden “Kaçmak”
Üniversiteyi bitirmiş ve ülkedeki her türlü koşuldan şikayet eden her Türk genci gibi ben de bir yolunu bulup ülkeden “kaçmak” istiyordum. Evet hem de tarihler henüz 2007’yi gösterirken… Sanki bazı şeyler hiç değişmiyor değil mi?
Bu isteğimi de başarmış, Avusturya Bilimler Akademisine doktora öğrencisi olarak kabul edilmiştim. Gazi Üniversitesi’ndeki araştırma görevlisi kadromdan istifa edip türlü hayallerle tek yön uçak biletini alıvermiştim.
Her şey kesinlikle çok daha iyi olacaktı. En başta Euro kazanacaktım, ardından Avrupa’nın ortasında nezih ve medeni bir şekilde yaşayacaktım. Bir sürü yeni insan tanıyacaktım. Hepsi de kulağa müthiş geliyordu. Ama henüz Graz’a taşınalı 2-3 ay olmuşken kendimi pek de müthiş hissetmiyordum. Tüm düzen bozulmuş, beni tanıyan bilen bir Allahın kulu yok. Adımı doğru telaffuz eden biri bile yok. Sosyal bağlarımın beni tanımladığı hiç bir sıfat kalmamıştı. Burayı başka zaman derin açalım…
Hayatımı Kendi Ellerimle Mahvetmiş Olabilir Miydim?
Özetle, mutsuzdum, hatta bayağı pişman. Kararlar kararlar.. Acaba yanlış mı yapmıştım, hayatımı mahvetmiş olabilir miydim? (O an çok olası görünüyordu:)
Orta Avrupa’nın kışı pek sevimli değildir, hayatımı mahvettiğim düşüncesine bir de karanlık soğuk kış eklenince tahammül edilmez olmuştu. Bir noktada artık kendi kendime dedim ki;
“Yasemin böyle olmayacak, madem çok istediğin Avrupa’ya geldin çık bir dolaş, hava al. Başka şeyler gör, bakış açın da değişir herhalde 🙂 o zaman bir daha düşün ve bak bakalım dönünce ne hissedeceksin.”
Iphone akıllı telefon yeni çıkmış, bende yok, bir yere gitmek için bayağı haritayla falan yola çıkılıyor, aldım bir Lonely Planet ve kendime 3 günlük bir rota çizdim.
Yolda yalnız olacağım için ilk benzinlikten de kendime bir mavi peluş panter aldım yol arkadaşı olarak. Tüm acılı türkçe şarkıları doldurduğum 30 şarkılık bir USB çalar vardı onu da hazır ettim ve karlı bir Avusturya sabahı Graz’ın güney otobanından şehri terkettim.
Yalnız Başına Yolda Olmak
Bu güne kadar aldığım en doğru karar olabilir 🙂
Yolda olmanın değerini bu geziyle anladım. Yalnız olmanın değerini. Hatta en çok da yalnız başına yolda olmanın değerini.
Bu ilk gezi bundan sonra gelecek olan Yasemin’in tek başına gitmelerinin mimarı oldu 🙂
Ek olarak araba kullanmanın ne kadar keyfili olduğunu da öğrenmiş oldum. Fena şöfor değilmişim.
Avusturya’dan güneye 3 saat yol yapınca Slovenya’nın başkenti Ljubljana üzerinden İtalya’ya giriş yaptım.
Liman kenti Trieste 🙂 Bella Italia! Radyoda İtalyanca şarkılar eşliğinde nerde croissant con crema bulurum diye bakınarak kruvasan kahve molası için otopark aramaca.
Ardından bir sigara molası ve ver elini İstirye.
İstirye Adriyatik denizinde bir yarımada. En çok Hırvatistan’a ait ama Slovenya ve İtalya’yı da bir mintar kapsıyor. Amacım yarım adayı sahilden dolaşmak, dar yollardan deniz kıyısından.
Triste’den güneye önce Koper ardından Portoroz’a geçtim. Güneş batarken burası pek şenlikliydi, bayağı d aturist vardı hani, millette bir parti modu. Kasabanın göbeğinde kocaman renkli bir Casino var, ışığa giden kelebekler, ya da böcekler gibi insanı kendine çağırıyor. Bu çağrıya uymayı çok istememe rağmen yorgunluktan otel odamda uyuya kalmışım, üzülmüştüm.
Sonra Hırvatistan’a geçiş, durağım Umag. Hakkında süper şeyler okuduğum şirin balıkçı kasabası Umag sezon başlamadığı için tam bir hayalet görünümündeydi. Fotoğraftaki zavallı gri sahil oraya ait.
Hava güneşliyken ve sokaklar mutlu insanlarla doluyken ( ki insanlar yazın hep mutlu görünür ama öyle midirler, bilemem…) harika bir yer olmalı diye düşündüğümü hatırlıyorum. Mimarisi, taş yapıları, dar sokakları, estetik şık restoranları bomboştu. Hava kapalı, insanın yüzüne çarpan ince bir yağmur. Sonunda açık bir restoran bulup tek başıma bir kahve içip, buraya mutluyken kesin tekrar gelmem lazım deyip, yola devam etmiştim.
Novigrad’da durmadım bile sevimli de gelmedi ve Poreç’i de geçiverdim. Amacım en güneye bir an önce varmak. Sanki orada başka biri olacağım, inanıyorum buna.
Orası Güneşli ve Aydınlık, Ben Orada Mutlu Olacağım.
Pula yarımadanın en güneyindeki kent. Akşam vakti giriyorum ve arabada sorun çıkıyor. Tamirci bul konuyu anla, çöz benim kalacağım yere geçmem oldu 23:00. Oysa tam da denize penceresi olan bir taş otel ayarlamıştım. Manzaranın keyfini çıkarmak sabaha kaldı.
Araba ile sorun çok büyümediği için mutlu olayım en iyisi deyip akşam geç vakit bir şeyler yiyip yattım.
Artık Keyifle Eve Dönebilirim
Aydınlık güneşli fotoğraflar ikinci geceyi geçirdiğim Pula’nın sabahı.
Şansıma hava harika, sonunda güneş açmıştı. Kamyonsu direksiyonu olan 95 Model Polo’mu deniz kenarına çekip bir takım fotoğraflar çekiyorum.
Çünkü bu an hatırlanmaya değer. Çünkü bu fotoğraf karesi için karlı yollardan geçip onca yol kat etmişim. Bu güzel manzaraya ihtiyacım vardı, naaparsın içim hiç de şenlikli değildi.
Yolum uzun olduğundan direksiyonu kuzeye çevirdim ta Opatija’ya kadar durmadım. Kente otoyoldan yaklaşırken öyle bir an geldi ki, tüm şehir ayağımın altında, ve o an gri yoğun bir bulut denizin üzerini kaplamış, deniz ve gök aynı renkte, arabayı kenara çekip yağmurun altındaki dalgaları bir süre uzaktan seyretmeliydim…
Müthiş bir şeydi, tarifi zor. Denizin açığında beliren kocaman dalgaların sahile nasıl yavaşça ulaştığını yağmur altında seyrettim. Resmen bu görüntüyü zihnime hapsettim. Neden böyel keyifli geldi? Doğa olaylarını seyretmeyi neden sever acaba insan oğlu? Aksiyon olduğu için mi?
Neyse efendim o günden sonra arabayı çekip seyretmeler sayısız kez tekrarladığım bir alışkanlık oldu bende 🙂 Bu sayede zihnimde pek çok coğrafyaya ait bir sürü resim mevcut. Bu arşiv büyük iş görüyor, artık nerede olduğumdan bağımsız canım istediğinde bir anımı çağırıp açıp seyredebiliyorum.
Pişman Olmadan da Karardan Dönebilirsin.
Kararlara gelince, hayır Avusturya’ya göçerek hayatımı mahvetmemiştim. Graz’a eve, karlı gri şehrime dönerken başka biriydim. Tek başıma üç gün direksiyon sallamış, bir sürü yer görmüş, içimde pek çok şeyi alt üst etmiş daha dayanıklı biriydim. En basitinden özgürlüğümü tatmış bir daha iflah olmayacak bir Yasemin olarak şehre giriyordum 🙂
Ben nerede yaşayacağım büyük kararlarına gelince; bu hikayenin sonu başta planladığım gibi olmadı. Bir noktada anavatana dönmek istedim, ama bu başka bir hikaye.
Bu yolculuğa gelirsek, bana öyle bir öz-güven verdi ki, o tarihten sonra dünyada pek çok yer gördüm ve çoğunda da yalnızdım. Dışarda birilerini aramak yerine içimi eşeleyerek ve kendimi arayarak sayısız yol yaptım…
Yolda olmanın verdiği keyfi ancak yola çıkanlar anlar 🙂
Dünya müthiş bir yer.
Bir yerlerde görüşürüz.
Sevgilerimle, Yasemin